Osmanlı
toplumunun hemen her alanda modernleşmeye doğru değişim ve dönüşüm yaşadığı 19.yüzyıl,
sağlık alanında modern tıp anlayışının hakim olduğu bir dönemdir. Bu dönemde
tıpta yaşanan gelişmelerin daha iyi anlaşılması elbette bu alana has yapılan
araştırmaların değerlendirilmesi ile mümkündür. İşte bu amaçla, bu çalışmada ‘Türkiye’de 19. ve 20.yüzyıllarda Tıp Tarihinin
Ana Hatları (1827-1923)’ isimli makalenin incelemesi yapılmaktadır.
2.
MAKALE HAKKINDA BİLGİ VE DEĞERLENDİRMELER
Bu makalede, Osmanlı’nın toplumsal
anlamda içe dönük yaşama biçiminin yerini, Batının çağdaş bilimlerini ve
tekniklerini benimseme ve uyum sağlama çabasına bıraktığı bir dönem olan
19.yüzyılda tıp eğitimi alanında yaşanan gelişmeler ile tıp alanında açılan
müesseseler anlatılmaktadır.
2.1.
Makalenin Künyesi
Ülman,
Yeşil Işıl (2007); ‘Türkiye’de
19. ve 20.yüzyıllarda Tıp Tarihinin Ana Hatları’, Tıp Tarihi ve Tıp Etiği
Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 40.Yılda 40 Kitap
Serisi, Üniversite Yayın No: 4711, Fakülte Yayın No: 00249, İstanbul, 2007,
Sayfa: 175-186.
2.2.
Makalenin Konusu ve Amacı
Osmanlı Devleti’nde 19.yüzyılda
açılan tıp okulları, halk sağlığı alanında yaşanan gelişmeler, açılan hastaneler
ve sosyal yardım kuruluşları ile Osmanlı Türk tıbbının belli başlı simalarının
anlatıldığı makalede, modern tıp düşüncesinin ve anlayışının kurumsallaşma
çabası konu edilmektedir. Makalede; Türk tıp tarihinin 19.yüzyıl sonu ile
20.yüzyıl başındaki ana hatlarının özetinin çıkarılması amaçlanmaktadır.
2.3.
Makalenin Özeti ve Değerlendirilmesi
Osmanlı
Devleti’nde reformlar ve tıp eğitimi başlığı ile başlayan makalenin ilk
bölümünde, modernleşmenin siyasi zemini olan Tanzimat Fermanı’nın ilanından ve
tıp eğitiminin ve öğretimin yeniden ele alınarak, kurumsal olarak
düzenlenmesinden bahsedilmektedir. Darüşşifalardaki eğitimin usta-çırak
ilişkisine dayalı olduğundan çağın gereklerini karşılayamadığının altı çizilen
bu bölümde, modern tıp eğitimin tesis edilebilmesi amacıyla açılan tıp
okullarına yer verilmektedir. Çağdaş tıp eğitiminin başlangıç noktası olarak, 1827
yılında İstanbul’da açılan Tıphane-i Amire ve ardından kurulan Cerrahhane-i
Mâmure gösterilmektedir.
Tıp
alanındaki gelişmelerden bir diğeri ise tıp eğitimi alanında Batı
kaynaklarından yapılan çevirilerdir. Makalede bu konuya dikkat çekilerek, Mustafa
Behçet Efendi ile Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi’nin teşhis ve tedavi
konularında yaptıkları çeviriler ve yazdıkları kitaplar ele alınmaktadır.
Makalenin
bu kısmında, önceleri yapılan tıp eğitimlerinde kadavra üzerinde diseksiyon
yapmanın yasak olduğu, öğrencilerin anatomi derslerini modeller üzerinde
gördüğünü ve tıp okullarına Müslümanların kaydedildiğine dair bilgiler
verilerek, bu konulardaki değişimin Tanzimat Fermanı ile yeniden şekillendiği
aktarılmaktadır. Daha önce bir saray okulu olan tıp okulunun, Galatasaray’daki
binaya taşınması ile birlikte tıp alanında gerçekleşen reformlar
anlatılmaktadır. Galatasaray Tıbbiyesi (Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne) ile
birlikte mevcut tüm dinlere ait öğrenciler okula kabul edilmeye başlanır. Öğretim
programı hazırlanır ve öğretim yılı 7 yıl olarak belirlenir. Hekimbaşı İsmail
Efendi’nin çabaları ile tıbbi diseksiyon yapma izni alınır. Okul kliniğinde
hasta başında eğitimler verilir. İntörn öğrencilerin bazı ameliyatları
yapmasına müsaade edilir. Eczacılar için diploma şartı getirilir. Galatasaray Tıbbiyesinde
kadın adaylara yönelik ebelik okulu açılır.
Ayrıca bu dönemde tıp alanında
batıdaki gelişmeler yakından takip edilmektedir. Makalede, Batı’da
ameliyatlarda uygulamaya konulan bir anestezik maddenin hemen bir yıl sonra
Osmanlı’da kullanıldığına dair ayrıntı vurgulanır. Galatasaray Tıbbiyesinden
yeni mezun olan ve Osmanlı Devleti tebaasını temsilen seçilen bir Müslüman, bir
Ermeni, bir Rum, bir de Musevi olmak üzere dört hekimin, 1848 yılında Viyana
Tıp Fakültesi’nde mezuniyet sınavlarına girdikleri ve çok parlak sonuçlar
aldığına dair bilgi ise makalenin dikkat çeken en önemli hususlarından biridir.
Kuruluşu için büyük emek harcanan
ve Türk tıp dünyasında önemli bir adım olan bu okulun, 1948 yılındaki Beyoğlu
yangınında kül olduğuna dair verilen bilgi ise göz yaşartmaktadır. Zira okula
ait müzeler, laboratuvarlar, kütüphaneler yangınla birlikte yok olmuşlardır.
Modern tıp eğitiminin başlangıcının önemli adımlarından biri olan bu okulun yok
oluşu, toplumun modernleşmesine, bilimin ilerlemesine ve tıp alanındaki
faaliyetlerin durdurulmasına tabii ki engel değildi. Hem mevcut
kaynaklarımızdan hem de makaleden elde ettiğimiz bilgiler ışığında ertesi yıl,
Halıcıoğlu’ndaki Humbarhane Kışlası’nda tıp eğitimine devam edildiği
bilinmektedir.
Makalede, 19.yüzyılın ikinci
yarısında bilimsel makalelerin yayınlandığı bilgilerine yer verilmektedir.
Türkçe ve Fransızca iki bilimsel tıp dergisinin çıkarıldığına değinilmektedir. Bu
dergilerin içeriğinin, İstanbul’da ve devletin farklı şehirlerinde yapılan
tıbbi cerrahi müdahalelerin ele alındığı makalelerden, vaka takdimlerinden ve yabancı
tıp dergilerinden yapılan çevirilerden oluştuğu anlatılmaktadır. Ayrıca
derginin ek sayısında yer alan bir otopsi raporunun, modern tıp tarihimiz
açısından otopsi protokolü açısından öncü olduğu vurgulanmaktadır.
Ayrıca makalede, Fransızca olan tıp
eğitimin Türkçeye çevrilmesi için 1850’li yıllarda verilen mücadele konu
edilmektedir. Okul Nazırı Cemaleddin Efendi’nin Türkçe, Arapça ve Farsça
eğitimle görevli özel bir sınıfın (mümtaz sınıf) açılmasını sağladığı bilgisine
yer verilir. Dr. Kırımlı Aziz Bey, Dr. Bekir Sıtkı, Dr. Mehmed Emin Fehmi başta
olmak üzere pek çok hekimin Türkçe tıp literatürü oluşturmak adına yaptıkları çalışmalardan
bahsedilmektedir. Türkçe eğitim veren ilk sivil tıp okulu Mekteb-i Tıbbiye-i
Mülkiye’nin 1867’de açıldığı, 1870 yılında da Mekteb-i Tıbbiye’de tıp eğitiminin
Türkçeleştirildiği bildirilmektedir.
Batıda, Pasteur ve Koch gibi bilim
adamlarının, bakteriyoloji ve mikrobiyoloji alanlarında çığır açan buluşlar
gerçekleştirdiğine değinilen makalede, Osmanlı’nın tüm bu gelişmelere kayıtsız
kalmadığı aktarılmaktadır. Osmanlı devlet yönetiminin çağdaş gelişmeleri takip
ettiği, batıda uygulanan tekniklerin ülkeye getirilmesi için Avrupa’ya hekim ve
sağlıkçılardan oluşan ekipler yolladığı anlatılmaktadır. Böylelikle, Mekteb-i
Tıbbiye içinde 1887’de Kuduz Aşısı Kurumu, 1889’da Aşı Müessesesi, 1893’te
Bakteriyoloji Laboratuvarı ve 1894’te ilk Kadın Doğum Kliniğinin açıldığı
bilgisi verilmektedir. Mezuniyet sonrası bir üst eğitim kurumu olarak Gülhane
Seririyat Mektebi’nin açıldığı, bu okulun sağlık sisteminde en etkili ve üstün
hizmet veren kurumlarından biri olduğu vurgusu yapılmaktadır.
Makalede, halk sağlığı alanındaki
gelişmelerin anlatıldığı kısımda, devletin tüm yetkili kişileri, kurumları ve
olanaklarının kullanıldığı aktarılmaktadır. Çiçek aşısının yaygınlaşması ve aşı aleyhine
ön yargıların kırılması amacıyla Sultan Abdülmecid’in aşılama heyetine bizzat
önderlik ederek ülke gezilerine çıktığına dair bilgi bunun en somut örneğidir. Yine
19.yüzyıl başındaki korkunç kolera salgınında, karadan ve denizden gelenleri
kontrol ederek, salgına karşı önlem almak amacıyla kurulan Karantina Teşkilatı
hakkında yer alan bilgiler, halk sağlığı alanındaki gelişmelere örnek olarak
verilmektedir.
Ayrıca makalede, 19.yüzyılın ikinci
yarısında kurulduğu ifade edilen dezenfeksiyon sistemi, Tebhirhaneler de
başarılı bir halk sağlığı organizasyonu olarak göze çarpmaktadır. Dezenfeksiyon
işleminde kullanılan ve önceden yurt dışından getirilen etüv makinelerinin 1893
yılından itibaren ülkede üretilmeye başlandığına dair bilgiye de yer verilen
makaleden, bulaşıcı hastalıkların yayılmasının önlenmesi konusunda başarılı
çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır.
Hastaneler ve sosyal yardım
kuruluşlarının anlatıldığı kısımda ise birçoğu halen ülkemizde hizmet vermekte
olan köklü hastanelerin kurulma yıllarına değinilmektedir. 1845 yılında
Bezmialem Vakıf Gureba, 1862’de Zeynep Kâmil, 1865 yılında Beyoğlu Belediye
Hastanesi, 1898 yılında Hamidiye Şişli Etfal hastanelerinin kurulduğu bilgisine
yer verilmektedir. 16.yüzyılda Haseki Darüşşifası olarak kurulan Haseki Nisa
Hastanesinin 1892 yılında modern hastane olarak faaliyete geçtiği
bildirilmektedir.
Doğal afetler, kitlesel göçler,
salgın hastalıklarda halkın imdadına yetişen, hatta Kurtuluş Savaşı esnasında
yıldızlaşan, ülkenin sosyal ve siyasal yapıtaşı niteliğinde bir kurumu olan
Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılay Derneği)’nin 1868 yılında kurulduğu
anlatılmaktadır. Makalede, Türk Kızılay Derneği’nin Osmanlı Devleti’nin sağlık
tarihinde önemli bir rolü olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu kısımda anlatılan
bir diğer sosyal yardım kuruluşu ise Darülaceze Müessesesidir. Darülaceze’nin
fakir, muhtaç ve evsiz insanları himaye eden bir bakım evi olarak planlandığı
ve 1896 yılında kurulduğu aktarılmaktadır.
Makalenin son kısmında ise Osmanlı-Türk tıbbının belli başlı simaları aktarılmaktadır. Çalışmanın konusu itibariyle, bu bölümde; 19.yüzyıl ile 20.yüzyıl başlarında, çalışmalarıyla tıp alanına önderlik etmiş bazı hekim ve bilim adamlarının faaliyetleri hakkında kısa bilgiler yer almaktadır.
Tıpta deneysel yöntemi Şakir Paşa’nın ülkeye getirdiği ve bu alanda dersler verdiği bilgisine ek olarak Şakir Paşa’nın, Claude Bernard[1]’ın asistanı olduğu bilgisine yer verilmektedir. Asepsi ve antisepsi yöntemlerinin uygulanmasının Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa ile başladığı aktarılmaktadır. Batıda X ışınlarının keşfedilmesinden sonra Dr. Esat Fevzi tarafından ilk basit röntgen cihazının kurulduğu bildirilmektedir. Esat Fevzi’nin, X-ışınlarının tıbbi amaçla kullanılmasını, ders müfredatlarına sokulmasını sağladığı ifade edilmektedir. Dr. Esat Işık Paşa’nın ise düz ve konkav aynalar taşıyan retinoskopi aletini geliştirerek oftalmolojiye önemli katkıda bulunduğuna dair detaylı bilgilendirmeler yapılmaktadır. Makalenin son kısmında ayrıca; tıp eğitimi alanında çalışmalar yapan ve tıp tarihine önemli katkıları olmuş Prof. Dr. Besim Ömer Akalın’a, Akil Muhtar Özden’e, Celal Muhtar Bey ile ülkemizde psikiyatrinin temelini atan Mazhar Osman Bey’e yer verilmektedir.
3. SONUÇ VE YORUM
Bu çalışmada ‘Türkiye’de 19. ve 20.yüzyıllarda Tıp Tarihinin Ana Hatları (1827-1923)’ isimli makale değerlendirilmiştir. Mevcut birikimlerimiz ışığında ve makaleden yola çıkarak, 19. yüzyılın ülkenin bir savaştan ötekine girdiği, bir yandan da toplumun modernleşerek bir kabuk değiştirme süreci yaşadığı zorlu bir dönem olduğunu bilmekteyiz. Ancak makalede yer alan ifadelerden, bütün zorluklara, mali yoksunluklara rağmen sağlık alanında çok önemli adımlar atıldığı anlaşılmaktadır.
Tıp eğitimlerinin anlatıldığı
kısımda yer alan, mezuniyet sonrası bir üst eğitim kurumu olarak Gülhane
Seririyat Mektebi’nin açılması ile ilgili bilgi, bu makalenin amacını ortaya
koyan önemli hususlardan birisidir. Çünkü bu okul, sağlık sisteminde en etkili
ve üstün hizmet veren kurumlarından biri olmuştur. İlk aspirin ve kinin
hapları, koruyucu tifo, dizanteri ve kolera aşılarının burada üretildiği
bilinmektedir. Dolayısıyla bu bilgi, 19.yüzyıldan 20.yüzyıla geçerken tıp
alanındaki modernleşmenin ne denli hızlı gerçekleştirildiğinin anlaşılması
açısından önemlidir.
Osmanlı-Türk tıbbının belli başlı
simalarının anlatıldığı bölümde yer verilen, ülkeye getirilen ve denenen tıbbi
yöntemler, tıp tarihi açısından çığır açan gelişmelerdir ve bunların Osmanlı’da
o dönemlere kullanılması, tıpta modernleşmenin çok hızlı gerçekleştirildiğini
ifade etmektedir.
Dolayısıyla, makalenin tıp
tarihinin önemli bir zaman dilimini ele aldığını ve bunu ustalıkla işlediğini
ifade etmekte yarar var. Makale bu konuda çalışma yapacaklara katkı sağlayacak,
kaynak olabilecek niteliktedir.
Ancak, Osmanlı Devleti’ndeki tıp
alanında gelişmelerin anlatıldığı bu makalede, sıkça ‘Türkiye’ye getirildi, Türkiye’de tıp eğitimi başladı vb.’
şeklindeki ‘Türkiye’ ifadelerinin yer
alması, Cumhuriyet önceki dönemi anlatan olayları ifade etmekte kullanış olarak
yanlış bir ifade olduğu düşünülmektedir. Bu ifade direk makalenin adında da
kullanılmaktadır. Bunun yerine ‘Osmanlı’ya’
ya da ‘Osmanlı Devleti’ne’ veya ‘İstanbul’a, Anadolu’ya’ ifadelerinin
kullanılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Ayrıca, incelen makalede bir giriş
bölümünün olmaması, makalenin direk konunun başlıkları ile başlaması alışık
olunmayan bir durumdur. Bu durumun makalenin yayınlandığı derginin editörü
tarafından mı yoksa makalenin yazarı tarafından mı dikkate alınmadığı ise
anlaşılamamaktadır.
Sonuç itibariyle incelenen bu
makale esasen 19. ve 20.yüzyıllarda tıp tarihinin ana hatlarına ustalıkla
değinmiş, kaynak niteliğinde bir çalışmadır.
Yorumlar
Yorum Gönder